18 Aralık 2011 Pazar

Zamanla ters orantı...

Herşeyin ilacı denen "zaman" bazı şeylerin ise tuzu biberi... Çünkü acı değil özlem asıl insanı için için kavuran. Zaman anca bencil duyguları örseleyen bir savrulma. Oysa o savrulmada özlem çığ gibi büyür. İlk başta acıyandan daha derinde, daha keskin bir yerler tıkanır. Nefessiz kalır insan. Hele özlenen bir insansa... Ve o insana, birileri senin için senin ona yandığın gibi yanana kadar kavuşamayacaksan... İşte o zaman insan, herşeyi tüm gerçekliğiyle idrak etmesine neden olan, kafasında gerçeğin "dank" ettiği yeri bulmak, itinayla yerinden sökmek, ahmak bir algılayamama haline geçmek ister. O "dank" eden yeri her seferinde itinayla aramak lazım, çünkü yer etmiyor mu melet... Her seferinde baştan, sıfırdan, hiç anlayamamaktan hiç unutamamaya giden yokuş yukarı bir yolda nefessiz bırakıyor insanı. Sonra arada kafasını çıkaracağı bir kuytuya yerleşiyor. Soğuk havada ağızdan alınan nefes gibi yakıyor ciğerleri.


Yine bir Aralık sonlanmak üzere... Tatsız anılar çift kale maça başladı, bir süre saha onların. İstesem de kovamıyorum. Bu şehrin en güzel manzarasının, vazgeçilmezinin, gerdanlığının, bir hayatın en kötü anıyla birleşmesini kimse anlamaz. Ben anlarım. Belki sen de anlarsın. Anlar mısın?


Kavuşmaya nazlananların özlemine, arabesk damarların inadına, özlemeyi övüp yere göğe sığdıramayan herşeye gıcığım, var mı itirazı olan?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder